0
yorum

7 Aralık 2023 Perşembe

Fizikten Elektrik Piyasalarına 'Quant' Yolu

Fizikten uzaklaşalı beri büyük ölçüde yazmayı da bir kenara bıraktım; blogun mevcut suskunluğuna bakarsak artık bir 'günlük'ten ziyade ayda-yılda bir şeyler paylaştığım bir yer haline geldi GökGünce. Her heveslendigimde oturup bir genel toparlama yazısı yazayım, sonra asıl konulara gireriz deyip hiç devam ettirmemektense, bugün dinlediğim bir röportajdan yola çıkarak Twitter'da paylaştığım videoya naçizane kendi deneyimlerimi eklemek istedim.

 


Konu Fizik doktorasından sonra Finans alanına geçmenin yolları, zorlukları ve mükâfatları üzerine. Iki yıl önce, kendi yaptığım geçişin birinci yılındaki güncelleme yazısında kısaca bahsettiğim bu konu üzerine [Gökgünce: Parçacık Fiziği'nden Finansal Piyasalara], biraz daha etraflıca ve videoda değinilen noktaları kendi perspektifimden çoğu zaman onayladıgım ve çalıştığım alan özelinde biraz daha detaylandırdıgım bir yazı aklımdaki. Öncelikle eğer böyle bir geçişi düşünüyorsanız, finans özelinde bu kadar pratik ve nokta atış önerileri bulabileceğiniz bir kaynakla su ana kadar karşılaşmamıştım, mutlaka videoyu izleyin. Ben bu vesileyle biraz daha kendim ne tip şeylerle uğraşıyorum ve çoğu zaman videoya atıfta bulunup benim gittiğim 'quant' yolu için ne tip önerilerde bulunabilirimi anlatmaya çalışacağım.

 

Finans çok geniş bir alan ve dolayısıyla içine bir 'quant' yada araştırmacı olarak daldığınızda genellikle çalıştığınız şirketin yada ekibin odaklandığı finansal enstrümanlara bağlı olarak bir 'asset class'a yonelirsiniz. Benim durumumda bu emtia (commodity) oldu ve bu alanın günün sonunda bir şekilde fiziksel dünyaya dokunuyor olması benim gibi bir fizikçi için bulunmaz nimet niteliğindeydi. Alternatif olarak kripto-paralar, hisse senetleri ve faiz gibi alanlarda bu fizikselliği bulmak biraz daha zor. Emtia piyasası da kendi içinde birçok farklı alana dallanıp budaklanıyor elbette; benim uğraştığım alan genel olarak enerji, spesifik olarak da elektrik ticareti. Kısacası çalıştığım şirketler uluslararası enerji borsalarında çeşitli enerji ürünlerini (petrol, doğalgaz, elektrik, karbon salınım hakkı vb.) alıp satıyorlar. Benim icinde bulundugum ekipler ise yoğunluklu olarak bu borsalarda elektrik kontratlarını alıp satıyorlar; ben ise bu 'ticaret' (trading) sürecinde ekibi, elektrik borsalarını yönlendiren fiziksel koşulların tahmininde, özellikle Avrupa ozelinde elektrik üretim ve talebinin modellenmesi, elektrik ağındaki akışların analizi ve tüm bunların fiyata yansımaları konusunda analitik çalışmalarla destekliyorum.

 

Hızlıca ifade ettiğim şeylerin biraz daha anlam ifade etmesi için bir seviye daha detaya inmem faydalı olabilir. Elektriğin borsada ticaretinin yapıldığını ben de bu alana girmeden önce bilmiyordum, dolayısıyla kendinizi 'Fransız' hissetmeniz çok normal. Düğmeye her bastığımızda 'mucizevi' bir şekilde yanan ampulün elektriğinin anlık olarak nasıl sağlandığını bilmememiz, günlük hayatın arkasında yatan teknik detaylardan sadece biri aslında. 'Anlık' kısmı çok vurucu, çünkü finansal ve fiziksel olarak baktığımızda arz ve talebin anlık olarak birbirine eşit olmak zorunda olduğu yegane emtia diyebiliriz elektrik için; çünkü henüz elektriği (büyük ölçekte) etkin bir şekilde depolamanın bir yolunu bulamadık. Üstüne bir de güneş ve ruzgar gibi doğanın kontrolünde olan kaynaklara yaptığımız yatırımlarla üretim değişkenliğinin ne kadar arttığını düşünürseniz, bahsi geçen denkleştirmeyi yapmanın ne kadar büyük bir zorluk olduğunu hayal edebilirsiniz. Mevcut liberalleştirilmiş elektrik piyasalarında bu durum elektriğin şebekeye verilme anına kadar alıp satımının devam etmesine neden oluyor. Örneğin bir gün öncesinden, yarın 13:00-14:00 saat aralığında 100MW elektrik üreteceğini belirten bir rüzgar santrali, o saat gelene kadar söz verdiği elektriği şebekeye vermek üzere o ana dair üretim tahminini en son hava durumuna göre güncelleyip revize edebilir. Çünkü söz verdiğinin altında ya da üstünde üretim yapması, şebekenin o anki dengesine göre finansal olarak cezalandırılmasına  (para kaybetmesine) neden olabilir. 

 

Görüldüğü gibi hava durumunun büyük rol oynadığı, anlık değişimlerin ciddi farklar yarattığı ve çok iyi talep/üretim tahminlerinin ve bunlara bağlı fiyat modellerinin inanılmaz fark yarattığı bir alan elektrik piyasaları. Alım satımı yapan 'trader' dediğimiz tayfa bu modellere bakıp kararlar veriyor, geçmişteki oruntulerden yola çıkarak geleceğe dair öngörulerde bulunuyor ve piyasada doğru fiyatlanmamış kontratları topluyor (yani olması gerekenden düşük olanları alıyor, olması gerekenden yüksek olanları ise satıyor - bir şeyi satmak için her zaman ona sahip olmak zorunda değilsiniz bu arada). Ben arkaplanda çalışan bölge ve ülke düzeyinde toplam elektrik talebinin kısa ve orta vadeli tahminlerinin yapılması, rüzgar, güneş ve hidroelektrik üretimi gibi değişken üretim kaynaklarının hava durumu temelli modellerinin oluşturulması ile bu tahminlerin piyasalara yansıması olarak bahsi geçen elektrik kontratının 'adil' fiyatının tahmini gibi problemler üzerine çalışıyorum. Çalıştığım ekiplerde, bu tip tahmin modellerini tipik olarak istatistik ve 'machine learning' temelli öğrenme algoritmalari ile modelleyip, tüm bunların sürekli ve düzenli bir şekilde karar alma süreçlerine entegre olması için gerekli yazılım altyapısını kuruyoruz.

 

Birbirine bagli bircok hattan olusan Avrupa Elektrik sebekesi (grid) - Bu baglantilar sayesinde bir ulkede uretilen elektrik sinir otesi baska bir ulkeye satilabiliyor - Kaynak: Flow Allocation in Meshed AC-DC Electricity Grids


Benim rolum, videoda bahsi geçen üç tip 'quant' profilinden, araştırma ve yazılım geliştirme eğilimin neredeyse yarı yarıya olan 'Quant Analyst' rolüne daha yakin. Ilk girdiğim şirkette ağırlıklı olarak araştırma sorumluluklarim vardı. Quant denince ilk akla gelen 'options' adı verilen karmaşık finansal enstrümanların fiyatlanmasi konularına epey kafa yormustum, fakat işin ilerleyişi ve benim yüksek lisans/doktorada ağırlıklı olarak machine learning/deep learning yönündeki deneyimim sayesinde kendimi daha çok fiziksel modelleme ve 'tahminleme' problemleri üzerinde çalışırken buldum. Bu konular üzerinde sadece pür araştırma yapmıyor, aynı zamanda bu tıp tahminleri örneğin günde 4 kez gelen hava durumu güncellemesi verisinin sisteme girişinden itibaren düzenli ve hatasız bir şekilde son kullanıcıya ulaştıran tüm sistemin yazılım tasarım ve geliştirmesine de katkı veriyorum. Kısacası rolüm gereği ne sadece "Quant Researcher" gibi oturup stochastic calculus kullanıp PDE'ler çözüyorum, ne de "Quant Developer" gibi büyük yazılım sistemlerinin komponentlerini yazıyorum. Ikisinin arası, bana göre 'best of both worlds"... Ama tahmin edilebileceği üzere, bahsettiğim her iki rolün de gerekliliklerini az çok sağlamanın beklendiği pozisyonlar "Quant Analyst" pozisyonları; yani hem araştırma hem de yazılım tarafında güçlü olmanız ve ortaya kısa sürede elle tutulur işler koymanız bekleniyor.


Kısa süre demişken videoda haklı olarak üzerinde durulan bir diğer konu, akademi ve endustrideki 'zaman kısıtlaması' farkı. Çalıştığınız ekibe bağlı olarak, endüstride size atanan bir görevden genelde birkaç haftalık zaman zarfında bir ilerleme göstermiş olmanız ya da kaba bir prototip geliştirmiş olmanız beklenir. Bunu özellikle temel bilimler gibi her şeyin en temeline girme zorunluluğu olan bir alanda sürekli hale getirmek pek mümkün değil. Endustride bunun olmasını sağlayan da aslında tam olarak bu; uğraştığınız bir problemin 'gaz ve toz bulutu' seviyesinde temellerine inmeniz genelde beklenmez; eğer problem iyi formüle edilmişse, çoğu zaman işe yarar bir kaba prototip çoğu zaman ilk aşamada iş gorur; sonrasında gerekli geri donuşlerle adım adım iyileştirmeler yapılabilir. Fakat beklenen şey (eğer sistem seviyesinde büyük problemlerle ugraşılmıyorsa) spesifik problemin kendisine odaklanıp çözüm için adım atmaktır, konuyu etraflıca ele alıp temellerine inmekten ziyade. Bunu günlük hayatımda her gün yaşıyorum. Modellemeye çalıştığım sistemler fiziksel olarak girişilebilecek en zor problemler: atmosfer dinamiği, rüzgar/bulut değişkenliği, yağış tahmini gibi fiziğe dayalı problemler ya da birbirine bağlı binlerce noktanın karmaşık etkileşimi ile ortaya çıkan elektrik şebekesi ağı ya da her birbirinden farklı motivasyonlarla borsaya gelen oyunculularin kollektif olarak oluşturdukları fiyat dinamiği... Her bir başlık üzerine onlarca doktora tezi yazılır muhtemelen ama bir yıl içerisinde bu konularla defalarca değinip çeşitli projeler yaptığımı biliyorum... Akademiden geçiş yapacak birisinin bu zihin setine geçiş yapması epey kritik, zira akademideki gibi geniş ve özgürce (çoğu zaman harcanan!) zamana sahip olmuyorsunuz malesef.


Röportajda hoşuma giden bir başka şey de, dönüp dolaşıp temellere odaklanmak gerektiği üzerinde durulması. Özellikle de işin başlangıcında, çalışılan alanın detaylarını bilmezken bu cok onemli. Bunun için de saydığı liste temel olarak istatistik, olasılık, uygulamalı matematik ve programlamayı içeriyor. Gerçekten de yaptığımız, ugrastıgımız problemi bunlar aracılığıyla formal bir hale getirip elinizdeki araçlarla çözmeye çalışmaktan ibaret aslında. Bunu yaparken alet cantamızdakı araçların nasıl kullandığını öğrenmek büyük önem taşıyor. Temel bir istatistiksel test yapmak, veriyi bir olasılık dağılımı ile modellemek, eğer bir opsiyon modeli kuruyorsanız temel seviyede PDE ve stochastic calculus bilmek kaçınılmaz. Bu temellere bu arada sürekli dönüp dolaşıp geri dönüyorsunuz çünkü birçok problemin çözümünün altında bunların varyasyonları yatıyor. Benim çalıştığım problemler büyük ölçüde zaman serisi tahmin modelleri olduğundan istatistik ve 'machine learning' bilgisi büyük önem taşıyor. Genelde hava durumu gibi 'büyük ve yüksek frekanslı' veri ile ugraştıgımızdan iyi bir veri tabanı ve paralel programlama bilgisi epey şe yarıyor.


Son olarak değinmek istediğim nokta ise işin 'iletişim' tarafı. Bu kısım genelde bu tarz işlere hazırlanırken pek göz önüne alınmayan fakat işin içindeyken önemi fark edilen konulardan. Teknik yönü ağır bir iş yaptiginizdan genelde yaptıgınız calışmaları sunduğunuz son kullanıcılar ya da işten sorumlu yöneticiler genelde sizin kadar teknik donanımlı olmuyorlar. Dolayısıla siz istediğiniz kadar machine learning ile harikalar yaratın, karşınızdaki kişi sizden ya sezgisel bir açıklama ya da nihayetinde anlamlandirabilecegi bir sonuç bekliyor olacak. Benim durumumda, her gün muhatap olduğum trader'lar, belki de tanıdığım en zeki insan grubu olsalar da, matematik ve fizik konusunda ortalamanın bir tık üstündeler; haliyle onlara sunduğum yeni bir modeli, girdi olarak kullandığım verilerden, modelin içeride nasıl bir örüntü yakalamaya çalıştığı ve sonuç olarak verdiği tahminlerin de belirli değişken etkileşimlerinden kaynaklandığını mutlaka göstermem gerekiyor. Tüm bunlar karmaşık süreçlerin basitlestirilerek ifade edilmesi, konuya yabancı bir kişiye kullandığım yöntemin zayıf ve güçlü yanlarını açık bir şekilde anlatılmasını ve çoğu zaman sonucu en başta belirsiz olan projeler için zaman ve bütçe alabilmek icin ekibin ikna edilmesini içeriyor. Aynı şey sürekli iletişimde olduğunuz yazılım/veri ekipleri ile kurulan etkileşimler için de geçerli. Akademide de azami ölçüde iletişim olsa da, bunu günlük süreçlerinizde sürekli olarak kullanmanız gerekmiyor. Özellikle quant gibi birden fazla fonksiyonu/işlevi yerine getiren 'cross-functional' rollerde iletişim büyük önem taşıyor.


Zamanında yazdığım 'Yeni Mezundan Lisans/Yüksek Lisans Ravsiyeleri' yazı dizisine 'profesonel dunyadan' bir ek niteliğinde olacak bu yazıyı yavaş yavaş noktalamak gerekirse; hali hazırda görüştüğüm doktora ya da doktora sonrası araştırma yapan fizikçilerin büyük bir kısmının derdi, mevcut şartları göz önüne alarak, akademiden çıkmak fakat bunu nasıl ve ne yöne dokgru yapacaklarını bilmemeleri. Malesef akademideki danışmanlık sistemi dış dünyaya bu kadar kapalı olduğu sürece bu böyle olmaya da devam edecek gibi duruyor. En azından benim gibi geçişi yapmış kişilerin deneyimlerinin de benzer kaygılar taşıyan kişilere fikir vereceğini düşünüyorum. Konuyla ilgili merak ettiğiniz yada sormak istediğiniz şeyler olursa "Yorumlar" kısmında bir etkileşim baslatabilirsem de ne ala...


Son olarak da, yukarıda bahsettiğim konulara giriş niteliğinde birkaç şey okumak/izlemek isteyenlere önerilerde bulunayım:

 

  • Elektrik piyasasının nasıl işledigine dair giriş seviyesinde bilgiler icin Avrupa Elektrik Borsasının yayınladıgı bir rehber: Basics of Power Market
  • Finans matematigine bir fizikci gozunden yaklaşan, harika bir 'populer' bir kitap: Physics of Wall Street [Yazarin kitap hakkında bir saatlik konusması da epey fikir verebilir]
  • Bu alanda bir efsane olarak bilinen Jim Simons'in ve Millenium Fonu'nun hikayesini anlatan bir kitap: The Man Who Solved The Market  - kendisinin Youtube'daki roportaji da epey guzel [Kitabin Turkce'si de 'Jim Simons Piyasaların Şifresini Çözen Adam' adiyla Scala Yayinciliktan cikti.]



0
yorum

5 Kasım 2022 Cumartesi

James Webb Teleskobunun ilk harikaları!

Bloga ilk yazdığım yazı, Hubble Uzay Teleskobu'nun 18. yılı anısına yayınlanan 'Çarpışan Galaksiler' fotoğraf kolleksiyonu üzerineydi [Çarpışan Galaksilerle Başlamak!]. Yörüngeye gönderildiği ilk zamanlardan beri insanlığın evrene dair ufkunu genişletmekte her zaman bir fener görevi görmüş olan bu olağanüstü teleskop, uzun süre bu özelliğini korumayı başardı çünkü ardılı olan James Webb Uzay Teleskobu yıllardır planlanmasına rağmen bir türlü proje olarak sona eremedi. Ta ki uzun bekleyişin verdiği hayal kırıklıklarının gölgesinde bu yıl sessiz sedasız yörüngeye gönderilene kadar... Hubble gibi bir teleskobu tahtından edecek bir teleskop için nispeten gösterişsiz bir uğurlama yapılmış olsa da, astronomi çevreleri kendilerini neyin beklediğini çok iyi bildiğinden, her ay kapak konularına taşınan James Webb Space Telescope (JWST) temalı yazılar, röportajlar uzun yılların verdiği sabırsızlığı ve gelmekte olanın heyecanını gözler önüne sermeye başlamıştı bile. Geçtiğimiz aylarda teleskobun resmi olarak ilk yayınladığı görüntüler tüm bu zamandır bekleyişe fazlasıyla değdiğinin şahidi oldular.

 

Yayınlanan beş fotoğrafın her biri modern astrofiziğin en aktif alanlarına şahitlik eden inanılmaz detaylar ve muhteşem görsellik barındıran nitelikte. Bunlardan biri, aşağıdaki fotoğraf, Carina Bulutsusu'ndaki aktif yıldız oluşum bölgesi NGC 3324 yeni oluşmuş yıldızlar ve etraflarındaki gaz ve toz bulutlarını detaylı bir şekilde gösteriyor [detaylar için].


Telif Hakkı: NASA, ESA, CSA, STScI

 

Bir diğer inanılmaz detaylı fotoğraf ise, yazının başında bahsettiğim 'etkileşen galaksi'ler sınıfının üyelerinden Stephan’s Quintet galaksi grubu. James Webb'in 6.5 metrelik aynası ve kızıl ötesi bantta gözlem yapabilmesi sayesinde birbiriyle etkileşen bu galaksilerdeki olayın geniş ölçekli etkileri nedeniyle tetiklenen yıldız oluşumu ve etrafa saçılan gaz ve toz bulutları bunun öncesinde göremediğimiz detayları gözler önüne seriyor [detaylar için].

 

Telif Hakkı: NASA, ESA, CSA, STScI 

 

Diğer yayınlanan fotoğraf ve bilgileri teleskobun resmi sitesindeki duyuru yazısından inceleyebilirsiniz. Her biri üzerine ayrı birer yazı yazılacak nitelikte ve detayda görüntüler... 

 

Bunların etkisi daha geçmemişken bu hafta yayınlanan görüntü hepsinin ötesinde benim nefesimi kesmeye yetti! M13 Kartal Bulutsusu'nda geçmişte Hubble'ın da hedeflerinden biri olan 'Pillars of Creation' olarak adlandırılan bir yıldız oluşum bölgesi, bunun öncesinde görülmediği detaylarıyla fotoğraflanmıştı. Gaz ve toz bulutlarının ortamdaki görünür ışığı absorb etmeleri nedeniyle gözle görülmeyen fakat kızıl ötesi ışınlarda parıl parıl parlayan bu bölge, arkadaki aktiviteyi saklasa da yoğun yıldız oluşumuna ev sahipliği yapıyor.

 

Telif Hakkı: NASA, ESA, CSA, STScI; J. DePasquale (STScI), A. Pagan (STScI)

 

Astronomi haberlerini takip ettiğimiz sitelerde artık her hafta JWST'nin gerçekleştirdiği, bunun öncesinde hayal bile edemeyeceğimiz tarzda bulgularla karşılaşmaya başlıyoruz yavaş yavaş. Bu hafta örneğin gözlemlerden birinde yer alan, kırmızıya kayma değerinden yola çıkarak evrenin ilk 200 milyon yılında olduğu hesaplanan bir galaksi haberi oldu. Evrenin daha ilk evrelerinde böyle bir yapının gözlenebilmiş olmasının zorluğunun ötesinde, böyle bir şeyin söz konusu 'kısa' sürede bir araya gelebilmesi bile akıllarda birçok soru oluşturup, bilinenleri sorgulmaya yönlendiriyor. İlk birkaç ayında bize sunduğu görüntüler ve bulgular bile bu kadar ufkumuzu açmışken, önümüzdeki yıllarda JWST sayesinde öğreneceklerimiz, sizi bilimem ama, beni fazlasıyla heyecanlandırıp, sabırsızlandırıyor!

0
yorum

18 Eylül 2022 Pazar

Küp: Bulmacalarla Dolu Bir Hayat

Bundan tam 12 yıl önce GökGünce’de yazdıgım bir yazı (Rubik Küp 20 Hamlede Çözüldü!) burada yazdığım tüm astronomi, fizik ve ‘genç fizikçiye mektuplar’ yazılarımdan kat ve kat daha fazla okundu, hala da okunmaya devam ediyor. Günümüz internet çöplüğünde 12 yıllık bir ‘içerik’ için kayda değer bu başarının altında yatan aslında konu edindiği şeyin yıllara meydan okuyan ilginçliği ve bir türlü eskimemesi. Bahsettiğim yazı Rubik Küp ile ilgili ve bu yazıya bir devam yazısı yazmaya beni motive eden de bizzat Küp’ün tasarımcısı Erno Rubik’ın yakın zamanda yayınladığı ve günlerce elimden düşürmedeğim kitabı: ‘Küp - Bulmacalarla Dolu bir Hayat' (İthaki Yayınları, 2022).

 

Kendisi mimar olan ve hayatı boyunca da tasarım ve objelere kafa yormuş biri Erno Rubik ve kitabında da Küp’ü merkeze alarak, bu ünlü bulmacayı tasarım aşamasından tüm dünyaya yayılmasına kadar tüm süreci kendi gözlem ve bakış açısından anlatıyor. ‘Küp’ü büyük harfle yazıyorum çünkü kitapta da bağımsız bir karakter olarak sunuyor Rubik bize kendisini ve yazarın kendisiyle ne kadar da zıtlıklar taşıdığını çok yaratıcı bir şekilde dile getiriyor. Tipik bir anı kitabından çok daha fazlası olan kitap, odağını sürekli Küp üzerinde tutmayı başarıp, onun etrafında yaratıcılık, merak, keşif, hayal gücü, eğitim, oyun, çocukluk, tasarım, kültür, karmaşık sistemler, yapay zeka ve daha birçok konuya özgün bir anlatı çerçevesinde değiniyor. Popüler kültürün içine buncasına işlemiş ve artık geçmişini, kaynağını bile sorgulamaya gerek hissetmediğimiz bir objenin arkasında yatan hikayeyi birinci elden dinlemek ve tüm hepsinin ardında hayal edebileceğimden çok daha fazlasının olduğunu öğrenmek beni çok etkiledi. Örneğin Rubik’ın Küp’ün tasarımını tamamlayıp ilk kez çözmeye çalıştığı kısmı anlattığı bölüm, tanımlanması bunca kolay bir problemin çözümünün ne kadar zor olabileceğini göstermesi açısından çok güzeldi. Kitabın çevirisi Sinan Gürtunca tarafından yapılmış; akıcı bir okumayı mümkün kılan fakat aralarda düşük cümlelerin ve  birkaç kavram ve terimin garip çevirilerinin de olduğu orta seviye bir çeviri denebilir.

 

'Küp', okumayı en sevdiğim kitap türlerinden olan birinci elden anlatılar kategorisine çok güzel uyan, her sayfası yazarın hayatının, bizzat deneyimlediklerinin birebir yansıması olduğunu hissettiğiniz bir kitap. Bu tip kitaplar bana blog yazılarını çağrıştırdıklarından mıdır nedir, kurmacadan veya kurmaca dışı ‘bilgi yoğun’ kitaplardan çok daha samimi geliyorlar (bu kategoride olduğunu düşündüğüm benzer birkaç kitap üzerine zamanında bir şeyler daha yazmışım: 'Bilim Anlatıları Üzerine: Dört Kitap'). Bir insanın hayatına sığdırdığı deneyimleri, hiç tanımadığı birilerine böylesine açması da bir o kadar enteresan, fakat bir o kadar da insani...

Son olarak kitabın düzleminden çıkıp Rubik Kübe geri dönersek; birkaç yıldır fizikten, matematikten uzaklaşıp ‘çalışma hayatına’dönmüş biri olarak, geçmişin bu renkli problemlerini çözmeye kafa yormuyor olsam da çözümlerine dair bir şeyler okumayı, çalışmayı ve üzerine yine bir şeyler karalamayı çok özlediğimi fark ediyorum. Bu vesileyle birkaç haftadır kendime ‘emekliliğimde’ hedef koyduğum bazı konuları fırsat buldukça çalışmaya başladım. Bunlardan biri de matematikte soyut cebire dahil edilen, fakat matematiğin çok ötesinde de kendisine yer bulan ‘Grup Teorisi’. Üstelik takip ettiğim muhteşem ders (Visual Group Theory - Matthew Macauley - Youtube), grupları Rubik Küp üzerinden uygulamalarla anlatıyor. Ders, biraz temel matematik olgunluğu gerektiriyor olsa da, özellikle fizikte bir kaç derste çeşitli gruplarla karşılaşmış kişiler için konuyu gözünde canlandırmak için birebir bir fırsatç Yıllarca parçacık fiziğinde SU(2), SO(3), generator vs gibi kavramlarla sürekli karşılaştığım grupların ‘aslında ne oldukları’nı daha yeni yeni anlıyorum; meraklısına önerilir.

1 yorum

10 Mart 2022 Perşembe

Endurance'ın 107 yıllık 'direnci' kırıldı!

Jules Verne kıtaplarından kaptığım bır merak var; sanki 1900'lerin başında Dünya'nın kutup bölgelerine dair çok az şey biliyormuşçasına okuduğum her kitap, izlediğim her belgesel-film, karşılaştığım her hikaye beni çok heyecanlandırıyor. Tıpkı bugün haberlerini okuduğum keşif gibi: 1915 yılında ünlü kutup kaşifi Ernest Shackleton'ın Antarktika'yı boydan boya geçmek üzere planladığı keşif için kullandığı ve yolunda gitmeyen birçok nedenden ötürü Shackleton ve mürettabatın gözleri önünde yavaş yavaş buzların arasında batan Endurance gemisinin batığına sonunda ulaşıldı!

 

 Kaynak: Getty Images/SPRI

 

Geçen sene BFI'ın yayınladığı ve Shackleton'ın 1914-1916 yılları arasındaki bu iddialı keşif gezisinde ekipteki fotoğrafçı Frank Hurley'in görevin umutlu başlangıcından, geminin yavaş yavaş buzların arasında kayboluşuna kadar tüm anlarını kameraya aldığı film 'South'u gözlerime inanamayarak izlemiştim. 1915 yılından boylesine etkileyici bir yapıma mı, yoksa gözler önüne serdiği kanlı canlı hikayenin dramatikliğine mi şaşırsam bilemedim; her iki efora da şapka çıkarmak gerektiği kesin.

 



Endurance'ı uzun zamandır Antarktika buz kabuğu altında arayan ekip, bu seneki buz kabuğunun 70'lerden beri en ince durumda olmasını fırsat bilerek aramalarını genişletip sonunda Weddel Denizi'nde sürüklenip yüzeyin 3km altında 'demirlediği' yerde batığa ulaşmayı başardı. Haberdeki görüntüyü gördüğümde karşımda neredeyse ahşap yapısı hemen hemen hiç zarar görmemiş, sanki zaman durdurulup o anda 'oynat' denmiş gibi bordasının baş kısmında Endurance yazısı ve altında beş uçlu ünlü yıldız ile yıllardır hemen hemen hiç değişmemiş bır şekilde duruyor... Bölgedeki soğuk sularda, ahşabı kemirecek biyolojik canlılığın olmaması bu insanlık mirasının günümüze kadar böylesine ulaşmasını sağlamış. Antartika Antlaşması gereği olarak da hiç bir parçasına dokunulmadan uzun yıllar boyunca bu haliyle korunacak.


 

Endurance ve Shackleton'ın bu keşif görevi, mürettebatın Antarktika'nın zorlu koşullarında kışlama deneyimleri ve sonunda gemilerini kaybetmelerine rağmen müthiş bir 'dayanıklılıkla' kurtulma hikayeleri, insanların tarihin o dönemlerinde 'bilinmeyeni keşfetme' uğruna nelere katlandığını çok dramatik bir şekilde gösteriyor. 1800'lerin son dönemlerinde Jules Verne'in yazdığı romanlarda bilinmezlerle ve birçok spekulasyonla ele alınan kutup bölgeleri hakkında günümüzde çok daha fazla şey biliyor olsak da, Endurance keşfinin de gösterdiği gibi bu bölgelerin keşfinin tarihinden günümüze gelen kalıntılar dahi bizi heyecanlandırıp, hayal gücümüzü zorlamaya devam ediyor.

 

BBC'nin detaylı haberi için: Endurance: Shackleton's lost ship is found in Antarctic

Paylaş!

 

Copyright © 2010 Gök Günce | Blogger Templates by Splashy Templates | Free PSD Design by Amuki