Haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
0
yorum

5 Kasım 2022 Cumartesi

James Webb Teleskobunun ilk harikaları!

Bloga ilk yazdığım yazı, Hubble Uzay Teleskobu'nun 18. yılı anısına yayınlanan 'Çarpışan Galaksiler' fotoğraf kolleksiyonu üzerineydi [Çarpışan Galaksilerle Başlamak!]. Yörüngeye gönderildiği ilk zamanlardan beri insanlığın evrene dair ufkunu genişletmekte her zaman bir fener görevi görmüş olan bu olağanüstü teleskop, uzun süre bu özelliğini korumayı başardı çünkü ardılı olan James Webb Uzay Teleskobu yıllardır planlanmasına rağmen bir türlü proje olarak sona eremedi. Ta ki uzun bekleyişin verdiği hayal kırıklıklarının gölgesinde bu yıl sessiz sedasız yörüngeye gönderilene kadar... Hubble gibi bir teleskobu tahtından edecek bir teleskop için nispeten gösterişsiz bir uğurlama yapılmış olsa da, astronomi çevreleri kendilerini neyin beklediğini çok iyi bildiğinden, her ay kapak konularına taşınan James Webb Space Telescope (JWST) temalı yazılar, röportajlar uzun yılların verdiği sabırsızlığı ve gelmekte olanın heyecanını gözler önüne sermeye başlamıştı bile. Geçtiğimiz aylarda teleskobun resmi olarak ilk yayınladığı görüntüler tüm bu zamandır bekleyişe fazlasıyla değdiğinin şahidi oldular.

 

Yayınlanan beş fotoğrafın her biri modern astrofiziğin en aktif alanlarına şahitlik eden inanılmaz detaylar ve muhteşem görsellik barındıran nitelikte. Bunlardan biri, aşağıdaki fotoğraf, Carina Bulutsusu'ndaki aktif yıldız oluşum bölgesi NGC 3324 yeni oluşmuş yıldızlar ve etraflarındaki gaz ve toz bulutlarını detaylı bir şekilde gösteriyor [detaylar için].


Telif Hakkı: NASA, ESA, CSA, STScI

 

Bir diğer inanılmaz detaylı fotoğraf ise, yazının başında bahsettiğim 'etkileşen galaksi'ler sınıfının üyelerinden Stephan’s Quintet galaksi grubu. James Webb'in 6.5 metrelik aynası ve kızıl ötesi bantta gözlem yapabilmesi sayesinde birbiriyle etkileşen bu galaksilerdeki olayın geniş ölçekli etkileri nedeniyle tetiklenen yıldız oluşumu ve etrafa saçılan gaz ve toz bulutları bunun öncesinde göremediğimiz detayları gözler önüne seriyor [detaylar için].

 

Telif Hakkı: NASA, ESA, CSA, STScI 

 

Diğer yayınlanan fotoğraf ve bilgileri teleskobun resmi sitesindeki duyuru yazısından inceleyebilirsiniz. Her biri üzerine ayrı birer yazı yazılacak nitelikte ve detayda görüntüler... 

 

Bunların etkisi daha geçmemişken bu hafta yayınlanan görüntü hepsinin ötesinde benim nefesimi kesmeye yetti! M13 Kartal Bulutsusu'nda geçmişte Hubble'ın da hedeflerinden biri olan 'Pillars of Creation' olarak adlandırılan bir yıldız oluşum bölgesi, bunun öncesinde görülmediği detaylarıyla fotoğraflanmıştı. Gaz ve toz bulutlarının ortamdaki görünür ışığı absorb etmeleri nedeniyle gözle görülmeyen fakat kızıl ötesi ışınlarda parıl parıl parlayan bu bölge, arkadaki aktiviteyi saklasa da yoğun yıldız oluşumuna ev sahipliği yapıyor.

 

Telif Hakkı: NASA, ESA, CSA, STScI; J. DePasquale (STScI), A. Pagan (STScI)

 

Astronomi haberlerini takip ettiğimiz sitelerde artık her hafta JWST'nin gerçekleştirdiği, bunun öncesinde hayal bile edemeyeceğimiz tarzda bulgularla karşılaşmaya başlıyoruz yavaş yavaş. Bu hafta örneğin gözlemlerden birinde yer alan, kırmızıya kayma değerinden yola çıkarak evrenin ilk 200 milyon yılında olduğu hesaplanan bir galaksi haberi oldu. Evrenin daha ilk evrelerinde böyle bir yapının gözlenebilmiş olmasının zorluğunun ötesinde, böyle bir şeyin söz konusu 'kısa' sürede bir araya gelebilmesi bile akıllarda birçok soru oluşturup, bilinenleri sorgulmaya yönlendiriyor. İlk birkaç ayında bize sunduğu görüntüler ve bulgular bile bu kadar ufkumuzu açmışken, önümüzdeki yıllarda JWST sayesinde öğreneceklerimiz, sizi bilimem ama, beni fazlasıyla heyecanlandırıp, sabırsızlandırıyor!

0
yorum

16 Ocak 2019 Çarşamba

LHC sonrası için yeni hızlandırıcı planları

CERN'de 2008 yılından beri çalışmaya devam eden Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider - LHC) kurulumu sırasında büyük hedefler konmuştu: Standart Model'in en önemli yapı taşlarından biri olan Higgs parçacığını üretip özelliklerini detaylıca araştırma ve varsa Standart Model ötesi fiziğe dair bulgular elde etme. Higgs'in keşfiyle birlikte hedefin ilk kısmı tutturuldu, ikinci kısmı üzerinde ise çalışmalar hararetli bir şekilde devam ediyor, üçüncüsü konusunda ise umutlar muhtemelen 'bir sonraki bahara' yani yeni hızlandırıcılara kaldı. LHC ölçeğinde milyar dolarlık projelere bir akşamda karar verilmediğinden bir ancak 2040'larda çalışmaya başlayacak bir sonraki hızlandırıcı için öneriler artık tasarım aşamasına geldiler.

Bunlardan en önde geleni CERN ve diğer uluslararası ortakların bir araya gelip kurmayı planladıkları Future Circular Collider (FCC); mevcut LHC tünelinin (27 km) üç katı büyüklükte (100 km) yeni bir dairesel tünel kazılıp yaklaşık 10 milyar dolarlık yatırım ile yeni bir hızlandırıcı inşa edilmek isteniyor.

İsviçre-Fransa sınırında Cenevre şehrindeki LHC ve önerilen FCC hızlandırıcıları haritada karşılaştırmalı olarak gösteriliyor. (Kaynak: CERN)

İlk aşamada elektron ve karşı parçacığı olan pozitronları çarpıştıracak olan FCC'nin yaklaşık 365 GeV enerjiye ulaşması planlanıyor (1 GeV = 1 protonun saf kütlesinin enerji karşılığı olarak düşünülebilir). Bu enerji ile çarpıştırıcının elektron-pozitron çarpıştırıcı olması sebebiyle fiziksel olarak nispeten 'temiz' bir ortamda analiz yapılacağı göze alınarak öncelikli olarak LHC ve öncesindeki hızlandırıcıların keşfettikleri parçacıkların kütle ve diğer birçok özelliklerini hassas bir şekilde ölçülmesi hedefleniyor.  Sonrasında, hızlandırıcıda yapılacak bir takım değişikliklerle aynı tünel bu sefer 100 TeV (1 TeV = 1000 GeV) enerjiye kadar çıkabilecek, LHC gibi çok daha zengin fizik senaryolarının (örneğin yeni parçacıklar vb.) incelenebileceği proton-proton çarpıştırıcısına dönüştürülmesi planlanıyor. CERN ve uluslararası ortaklarının hazırladığı ve geçen günlerde yayınlanan kapsamlı teknik rapor (ve alttaki video) epey ses getirmiş durumda.



FCC önerisi deneysel parçacık fiziği alanında gelecek için tek öneri değil elbette. Dünyanın birçok farklı yerinde, birbirine paralel olarak farklı hızlandırıcı önerileri çalışan gruplar var. FCC'ye rakip olarak Çin'in gündeminde olan Circular Electron Positron Collider (CEPC), FCC ile aynı prensipte (fakat biraz daha düşük maliyetle), 50 km'lik bir tünelde 240 GeV enerjili bir hızlandırıcı önerisi, deneysel parçacık fiziği konusunda yakın gelecekte dengelerin birçok konuda olduğu gibi Çin'e kayabileceğinin bir işareti. Bunların dışında bir de dairesel hızlandırıcılar yerine Doğrusal Hızlandırıcı önerileri de var (aradaki fark için güzel bir video açıklama). Bu tip hızlandırıcılar diğerlerine göre biraz daha az maliyetliler fakat nispeten daha düşük enerjilerde çalışıyorlar. CERN'ün öncülük ettiği Compact Linear Collider (CLIC)'da yakın zamanda yeni bir teknik rapor yayınladı fakat görüldüğü kadarıyla bu proje biraz FCC'nin gölgesinde kalıyor. CLIC'e paralel, Japon'ların epey yol kat ettikleri doğrusal hızlandırıcı projesi International Linear Collider (ILC)'de yakın zamanda Japon hükümetinin maliyet açısından desteklemek konusunda tereddütte olduğu bir pozisyonda, ilerleme kararı Mart ayında netlik kazanacak.

Kısacası hızlandırıcılar konusunda son durum şu: Eğer Çin CEPC'i yapmaya karar verirse (ki şimdilik epey istekli görünüyor), CERN aynı tasarımda bir hızlandırıcı yerine doğrusal hızlandırıcı olarak CLIC'e yönelebilir. Japonya ILC için yeşil ışık yakarsa (ki şu anda biraz meçhul) CERN'ün geleceği için yeni bir yol haritası çizmesi gerekecek. Her halükarda onaylanmaları durumunda 2040'larda devasa hızlandırıcılarla, fiziğin büyük problemlerini çözmek için araştırmalara devam edeceğiz gibi duruyor.

Detaylar için:
3
yorum

23 Mart 2017 Perşembe

Matematiğin Nobeli Abel Ödülü 'dalgacıklar'a verildi!

Matematik bilimsel uğraşılar arasında en mütavazi olanlarından bana kalırsa. Diğer alanlarda türlü türlü ödüller, bunların başında Nobel Ödülü geliyor, verilmeden haftalar öncesinde tahminler, iddialar, tartışmalar; sonrasında ise daha hararetli tartışmalar, çoğu zaman hayal kırıklıkları ve bir süre boyunca yüzlerini ezberleyeceğimiz ödül sahipleri olur hep... Bilimin ve bilim insanlarının tanıtılması ve gündemde olması açısından bu belki iyi bir şey ama gel görün ki matematikçilerin ödüllerinde bu tip tantanalara rastlamak ne mümkün! Örneğin dün 21 Mart'ta verilen ve 'Matematiğin Nobel'i olarak anılan Abel Ödülü'ne dair bilim medyası dışında hemen hemen hiç haber görmedim. Bu durumun Alfred Nobel'in matematikçilerle 'özel' problemleri nedeniyle, matematikçilerin kendilerini dışlanmış hissetmeleriyle de hiç alakası olmadığını düşünüyorum! Üstelik 'dalgacık dönüşümü' (İng: wavelet transform) konusundaki katkıları nedeniyle Fransa'da École Normale Supérieure üyesi matematikçi Yves Mayer'e verilen ödül, modern günlük hayatımızın her köşesinde bir katkısı olan bu kavramı ön plana çıkarmak için en iyi fırsatı oluşturuyor!

Yves Mayer'i keşfinde rol oynadığı 'dalgacıklar' ile resmeden hoş bir görsel (Telif Hakkı: Olena Shmahalo/Quanta Magazine)

Etrafımızı sarmış dijital araçların her biri şu anda dış dünyadaki 'analog' bilgiyi (sinyali), yani zaman içinde sürekli, bölümlenmemiş bilgiyi 0'lar ve 1'lerle kodluyor (dijital sinyal). Örneğin telefonunuzda ses kaydettiğinizde, bir fotoğraf çekip kaydettiğinizde arka tarafta olan şey bu. Bununla birlikte iki problem karşımıza çıkıyor; bu bilgiyi bilgisayarımızın hafızasında nasıl saklayacağımız ve bu bilgiden tekrar aynı sinyali (hapörlenizdeki ses, ekrandaki görüntü) nasıl üretebileceğiz? Buna güzel bir örnek dinlediğiniz bir konserdeki şarkıyı (anolog sinyal) bir kağıt üzerindeki notalar (dijital sinyal) şeklinde ifade edebiliriz. Saatlerce süren bir konseri  birkaç sayfa içine sığdırabiliriz. Aynı şekilde başka bir müzisyen de bu notalara bakarak müziği tekrar oluşturabilir. Bilimde bu problemlerin çözümüne kafa yoran 'sinyal işleme' adında devasa bir alan var. Dijital dünyada veri analizinin artık bir nevi dili olan bu alanın en temel kavramları da elinizdeki sinyali dönüştürüp daha farklı bir şekilde ifade etmeye yarayan 'dönüşümler'.

Bu dönüşümlerin en ünlüleri belki de Fourier dönüşümleri. Elinizde herhangi bir forma sahip herhangi bir sinyali, Fourier fonksiyonları diye bildiğimiz trigonometrik sinüs ve cosinüs fonksiyonlarının toplamı şeklinde yazabiliyoruz. Trigonometrik fonksiyonlar belirli bir zaman aralığında kendini tekrar eden, periyodik fonksiyonlar. Bir sinyali bu fonksiyonlar cinsinden yazdığımızda o sinyalin içerisinde kendini tekrar eden parçaları çekip çıkarmış oluyoruz aslında; böylece bu parçaların hangilerin domine olduğunu anlayabiliyoruz. Bahsi geçen fonksiyonların sinyale katkılarını belirten katsayıları bir kenara yazıp, sonrasında bu sinyali (büyük bir doğrulukla) tekrar oluşturabiliyoruz. Aynı zamanda bütün bir sinyali tutmaktansa sadece bu katsayıları tutmak çok daha pratik oluyor.

Fourier analizini aşağıdaki animasyon çok güzel anlatıyor. Elimizde $f$ fonksiyonu olsun ve bunun içerisindeki periyodik komponentleri bulmaya çalışıyor olalım. Fourier analizi uyguladığımızda bize bize bu sinyali oluşturmak için gerekli sinus/cosinus fonksiyonlarının hangi frekansta ve ne kadar 'kuvvette' olmaları gerektiğini söylüyor. Animasyonun sonunda gösterilen $\hat{f}$ grafiği sinyalin dönüştürülmüş halini gösteriyor.

Kaynak: Wikipedia

Fourier analizi her sinyal için işe yarıyor derken birkaç noktayı göz ardı ettik; öncelikle bu analiz sinyalinizin istatistiksel olarak çok da değişmediği varsayımına dayanır; yani sinyalinizde ani sıçramalar, inişler ve çıkışlar birer problem oluşturur. Belki müzik için bu bir problem değil ama örneğin bir deprem sinyali için bu başlı başına sorun oluşturur çünkü bu durumlarda çoğu zaman ani ve şiddetli bir değişim söz konusudur. İki boyutlu bir sinyalde örneğin bir resimde (her x ve y koordinatı için bir renk değeri gibi düşünebilirsiniz) kendini tekrar eden ve yumuşak geçişlerin olduğu gökyüzü veya deniz manzaralarının yanında keskin köşelere sahip birçok yapı da bulunur. İşte bu noktalarda Fourier analizi çok da etkili çözümler ortaya koyamıyor.

Buna alternatif olarak geliştirilen yöntem ise 'dalgacık dönüşümü' yani 'wavelet transform'. Bu yaklaşım Fourier fonksiyonlarındaki gibi tamamen periyodik fonksiyonlar yerine belirli bir bölgede 'lokalize' olmuş fonksiyonları temel alıyor. Bu sayede yukarıda bahsettiğim 'keskin değişim' problemlerine etkili bir çözüm getirilmiş oluyor. Sinyalleri parçalara ayırmak için kullanılan fonksiyonlar tam bir dalga değil de 'dalga parçaları' olarak görülmelerinden ötürü 'dalgacık' (wavelet) olarak adlandırılmışlar. Dalgacık fonksiyonları tıpkı Fourier fonksiyonları gibi tüm sinyalleri ifade etmek için kullanılabiliyorlar ve bu fonksiyonlarla bir dönüşüm yapılıp hangi dalgacıkların sinyal içinde domine olduğu anllaşıldığında sinyali bu bilgilerden kolay bir şekilde tekrar oluşturmak mümkün. Bu yöntem sayesinde örneğin görüntü gibi sinyalleri çok daha etkili bir şekilde dönüştürüp, sıkıştırmak, depolamak ve tekrar oluşturmak mümkün oldu.


Görselin en üstündeki orijinal sinyalin solda Fourier dönüşümü ile, sağda ise dalgacık dönüşümü ile oluşturulması karşılaştırıldığında dalgacık dönüşümünü ani değişimi en altta çok daha iyi oluşturabildiği görülüyor. Aralardaki fonksiyonlar ise en alttaki sinyali oluşturmak için üst üste toplanan fonksiyonları gösteriyor.


1980'lerde Fransız bir mühendis Jean Morlet'nin ortaya attığı bu fonksiyonları geliştirip bütünsel bir çerçeveye sokan Yves Meyer'e 2017 Abel Ödülü işte bu dalgacık teorisine yaptığı önemli katkılardan ötürü verildi.

CERN'de geçirdiğim zamanda tezimde son iki ayım doğrudan bu konularla uğraşarak geçtiği için konuya ayrı bir hassasiyetim olduğunu belirtmeliyim. Neredeyse iki aydır bir sinyalin içerisinde periyodik komponentleri (chameleon parçacığı sinyalini) çıkarmak üzerine çalışıyorum. Fakat sadece bu neden 'sinyal işleme' olarak bilinen bu devasa alandaki bu tip gelişmeleri öne çıkartmak için yeterli sebep olmamalı elbette. Çünkü telefondan, bilgisayara, kameradan müzik çalara artık elimizin altındaki her şey bu insanların çabaları ve bu teorilerin sonuçları sayesinde tıkır tıkır çalışıyorlar. Günümüzde 'verili' olarak kabul ettiğimiz bu gelişmelerin altında çok ciddi matematiksel temeller olduğunu çoğu zaman aklımıza bile getirmiyoruz. Bu tip ödüller bunu öne çıkarıp hatırlatmak için varlar aslında. Her ne kadar matematikçiler 'düşük profilli' takılmaya çalışsalar da bu katkıların farkında olup gün yüzüne çıkarmanın görevimiz olduğunu düşünüyorum!
  • Konuyla ilgili Abel Prize sayfasının ulaşılabilir bir dille hazırladığı dokumanlar için tıklayınız.
0
yorum

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Gökyüzü Bülteni Temmuz-Ağustos'16 Sayısı Yayında!

Editör ekibi olarak bir yılı devirdiğimiz Türk Astronomi Derneği'nin iki aylık yayını Gökyüzü Bülteni bu ay 'Kozmik Mikroldalga Fon Işınımı' kapak konusu ile yayında! Geçen sayı işlediğimiz Karadelikler konusunun ardından bizaz kendimizi zorlayarak astrofizik ve kozmolojide anlaması oldukça zor, anlatması ise bir o kadar daha zor olan bir konu belirledik kendimize. Bu sayıda yer verdiğimiz üç yazı ile de konuya tarihsel bir perspektiften, konunun temellerine, oradan da konuyla ilgili çalışan bir araştırmacı ile yaptığımız röportajla etraflıca incelemiş olduk.


Bu sayı da geçen sayı gibi belirli bir sayıda basılacak ve Türkiye'de astronomi ile ilişkili ünivesite bölümleri ve gözlemevlerine gönerilecek. Ayrıca Eylül ayının başında Erzurum'da gerçekleştirilecek Ulusal Astronomi Kongresi'nde de her bir katılımcıya birer tane verilecek. 


Geçen ayki deneyimimizden sonra gördük ki basılı bir yayını elinizde tutmak gerçekten çok farklı bir hismiş. Baskı destekçimizin sayesinde oldukça kaliteli bir şekilde bastığımız dergiyi kime verdiysek baskı, tasarım ve içeriğine dair oldukça güzel geri dönüşler aldık. Yeni sayıyı da sabırsızlıkla bekliyoruz.

Dergiyi ISSUU üzerinden çevrimiçi okumak için: https://issuu.com/tadgokyuzu/docs/gokyuzu_temmuz_agustos_2016_sayi67.

Dergiyi PDF olarak indirmek ve tüm eski sayılara erişmek için: http://www.tad.org.tr/e-bulten
3
yorum

12 Nisan 2016 Salı

Hedef En Yakın Yıldız*: Alpha Centauri

Bugün, bizim ülkemizde pek hissedemesek de aslında 'uzay çağında' yaşadığımızı doğrular nitelikte heyecan verici bir duyuru yapıldı! Güneş Sistemi'ne en yakın yıldız sistemi olan Alpha Centauri 'ye önümüzdeki yaklaşık 40 yıl içerisinde gönderilip varması planlanan bir uzay görevi: Breaktrough Starshot!


Alpha Centauri 4.37 ışık yılı (yaklaşık 44 trilyon km)  mesafede Güneş'e en yakın yıldız sistemi olarak biliniyor ve bu özelliğinden dolayı Güneş Sistemi dışı 'Dünya' arayışları konusunda astronom ve astrobiyologların gözünü iştahla diktikleri bir hedef olma özelliği taşıyor. Bu yıldız sistemi Erboğa (Centauri) takımyıldızındaki en parlak yıldız olarak kataloglandığından dolayı 'alpha' ön adını alıyor. Güneş benzeri iki yıldız olan Alpha Centauri A ve Alpha Centauiri B adlı iki yıldız ve bunların etrafında dolanan Proxima Centauri yıldızı ile üçlü bir sistem oluşturuyorlar. Yakın zamanlarda araştırmalar Alpha Centauri B'nin etrafında Dünya büyüklüğünde bir gezegen ihtimalini ortaya koymuş ve bu büyük heyecan yaratmıştı. Bahsi geçen görev bu yeni Dünya'yı keşfetmek adına bir fırsat olarak ortaya konuyor.


Bilimkurgu kitaplarının favori temalarından olan ve bu konuyla ciddi ciddi uğraşan kişilerin dahi aklına gelemeyecek kadar kısa bir sürede gerçekleştirilmesi planlanan bu görevi geçmişte teorik fizik eğitimi almış şu anda da serveti nereden kaynaklı olduğuna emin olamadığım Rus milyarder Yuri Milner başlangıç finansmanı olarak 100 milyon dolarını karşılıyor; kendisine büyük bir bilim insanı/mühendis ekibi eşlik ediyor. Milner Facebook, Spotify gibi dev internet şirketlerinin fonlarına başlangıç destekleri sağlayan ve son birkaç yıldır 'Breakthrough Prize' adında temel bilimler alanında önde gelen çalışmalara milyon dolarlar mertebesinde ödüller veren bir 'hayırsever' olarak tanımlanıyor.

Bahsi geçen plana göre günümüzde çığır açma noktasına gelen nanoteknoloji yöntemleriyle gerekli donanımın tümü yalnızca 1 gramlık bir çipe sığdırılmış birçok küçük otonom araçlar şeklinde üretilecek. Bu araçlar üzerlerine entegre edilmiş, tıpkı rüzgarın gemi yelkenlerini şişirdiği gibi Dünya'dan gönderilecek yoğunlaştırılmış lazerlerle 'şişirilecek' yelkenlere sahip olacaklar. Bu araçlar yörüngeye çıkarılarak serbest bırakılıp lazerlerle birkaç dakika içerisinde ışık hızının %5'ine kadar hızlandırılacaklar. Bu da iki dakika içerisinde Dünya'dan 1 milyon km uzaklaşacaklar anlamına geliyor. Yol boyunca hızlanarak ışık hızının %20'sine kadar ulaşacak küçük uyduların yaklaşık 20 yılda yıldız sistemine varması; yıldızların yakınından geçip potansiyel 'Dünya'ları görüntülemesi hedefleniyor (Görevi görsel olarak anlatan kısa bir video için tıklayınız).

Kaba bir hesapla, her şeyin yolunda gittiği düşünüldüğünde yapılan bu ilk yatırım ve girişimle birlikte gerekli teknolojini geliştirip uyduların üretilmesi için 20 yıl, ardından gönderilip Alpha Centauri'ye varması için de bir 20 yıl daha ön görülüyor. Elde edilecek görüntülerin Dünya'ya varışı için de bir 4 yıl koyduğumuzda, kabaca 45 yıl gibi bir sürede görev tamamlanıyor!

45 yıl neden bu kadar heyecanlandırır ki diyenleriniz varsa, böylesi kısa bir süre şu ana kadar hayal edilebilen tüm zamanların kat be kat ötesinde olduğunu hatırlatmak gerekir. Örneğin 1970'lerde fırlatılan Voyager'ların mevcut hızlarıyla Alpha Centauri'ye varmaları 70 000 yıl sürerdi, ki o yöne doğru gitmiyorlar zaten. İyon hızlandırma yöntemi ile yapılan en iyimser tahminler de bin yıl mertebesinin altına inemiyor; birçok farklı senaryo düşünülerek yapılan ön görülerin hiçbiri kendi jenarasyonumuzda geliştirilip, gönderilip sonuçların alındığı bir görevi tahmin edemiyordu. Böylesi iddialı bir hedef için bir o kadar iddialı bir ekip, plan ve aynı ölçekte finansal destek gerekeceği kuşkusuz. Bu üçünün de ilk aşamada bir araya getirildiği çok açık görülüyor.

Yuri Gagarin'in ilk uzaya çıkışı anısına 'Yuri Gecesi' olarak kutlandığı bugün, 12 Nisan, böylesi bir duyuru için çok iyi bir seçim olmuş! İnsanoğlu olarak fiziksel olarak attığımız adım her ne kadar henüz çok küçük olsa da geliştirilen teknolojiler ve en önemlisi bilimsel ilerleme ve hayal gücü ile ulaşmaya çalıştığımız yerler artık çok çok daha yakın görünüyor. Hedeflenen zaman dilimi tutturulamasa bile bu girişimle elde edilecek deneyim ve yapılacak çalışmaların bizleri diğer Dünya'lara fazlasıyla yakınlaştıracağı kesin! Alpha Centauri etrafındındaki bir gezegenin yakın görüntüsünü görmek ihtimali dahi fazlasıyla heyecan verici!

Görevin detayları ve bugün yayınlanan duyuru için: Breakthrough Initiative: Starshot

Görevi kapsamlıca ele alan, yıldızlar-arası seyahat konusunda müthiş bir kaynak: Centauri Dreams

New York Times'da konuyla ilgili yayınlanan ve bu yazı için referans olarak kullandığım kapsamlı yazı: A Visionary Project Aims for Alpha Centauri

Alpha Centauri'ye gitmek üzerine Nautilus'da geçen sayılarda yayınlanan harika bir yazı: Roadmap to Alpha Centauri

*Güneş'ten sonra elbette!
0
yorum

22 Ocak 2016 Cuma

Gökyüzü Bülteni Ocak-Şubat 2016 sayısı yayında!

Arkamızda dolu dolu altı sayıyı geride bırakıp, Gökyüzü Bülteni olarak 2016'ya Ocak-Şubat'16 sayısı ile giriyoruz! Türk Astronomi Derneği olarak yayınladığımız ve benim de editörü olduğum Gökyüzü Bülteni yeni yıldan itibaren artık iki aylık periyotta yayınlanmaya başlayacak. Bir yıla altı sayı sığdırmaya çalışacağız kısacası, bir de yapabilirsek özel bir sayı hazırlayacağız.

Yeni sayımızda Mars Gezginlerini kapağa taşıdık. Özyeğin Üniversitesi'nde yoğun ve özgün çalışmalarıyla Mars gezginleri konusunda araştırma ve teknik çalışmalar yürüten ÖzÜ Rover Takımı bu sayıda da bizleri yalnız bırakmayarak, 'Bir Mars Gezgininin Anatomisi' başlıklı harika bir yazıyla bültene katkı sağladılar! Mars gibi bir konuyu kapakta işleyip baş yazıyı Türkiye'den bu konu üzerine kafa yorup, çalışmalar yürüten bir gruptan almak bizler için çok güzel bir his. Aynı zamanda Gökyüzü'de yapmaya çalıştığımız işin felsefesine de çok güzel uyan bir durum. Sadece NASA/ESA vs. haberlerinin çevirilerinden öte Türkiye'de astronomi/astrofizik/uzay araştırmaları konusunda mütevazi de olsa yapılan araştırma ve çalışmaları göz önüne çıkarmak, okurlara 'ithal' bir içerikten ziyade olabildiğince yerel ve özgün bir içerik sunmak öncelikli amacımız.

Bülten Kapak Konusu'ndan ibaret değil elbette; en önemli bileşenlerinden biri Haberler kısmımız ve ardından gelen iki öğrenci arkadaşımızın yurtdışında katıldıkları çalıştay ve okulların ardından yazdıkları deneyim yazıları. Türkiye'de yapılan y.lisans/doktora seviyesinde araştırmaları ele aldığımız 'Astronomi & Astrofizik Araştırmaları' bölümü ve birbirinden ilginç köşeleri saymıyorum bile.

Bültene aşağıdaki bağlantılardan erişebilirsiniz. Bu bağlantıları kendi sosyal medya sayfalarınızda ve çevrelerinizde paylaşarak bültenin daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirseniz bizleri çok mutlu edersiniz! İyi okumalar!

0
yorum

20 Ocak 2016 Çarşamba

Güneş Sistemi'nde Dokuzuncu Gezegen İhtimali!

Güneş Sistemi her nedense astronomi ve astrofizikte genelde yeterli ilgiyi görmez; gezegenler milyarlarca yıldır dolandıkları yörüngelerinde dolana dururlar, arada bir uzakta bir yerde yeni bir cisim keşfedilir ama bu düşünülen 'büyük resme' çok da bir şey eklemez gibi görünür. Halbuki gerçek bu durumdan ancak bu kadar uzak olabilir! Güneş Sistemi araştırmaları bana kalırsa en dinamik ve en ilgi çekici konular arasında; bugün duyurusu yapılan olası 9. Gezegen haberi ise tam olarak bunu doğrular nitelikte!

CalTech'den iki gezegen bilimci Mike Brown ve Konstantin Batygin'in ortak yaptıkları çalışmaya göre Güneş Sistemi kaçınılmaz olarak bir başka gezegene, Plüton'un tahtından edilmesiyle sekize düşen aileye bir ek olarak, dokuzuncu bir üyeye sahip olması gerekiyor. İkilinin yaptıkları teorik ve bilgisayarla hesaplamalı çalışmaları bu sonucu, bu alanda çalışan birçok kişinin de sonrasında onayladığı şekliyle ortaya koyuyor.

Öne sürülen dokuzuncu gezegenin bir sanatçı çizimi (Kaynak: CalTech)

Herşeyin temelinde Kuiper Kuşağı'nda yakın zamanda keşfedilen bir grup cismin yörüngelerinde gözlenen alışılmadık bir örüntü yatıyor. Kuiper Kuşağı, Güneş Sistemi'nin oluşumu sırasında arda kalan parçaların dev gezegenlerin kütle çekimleriyle etraflarını 'temizlerken' dışarı doğru fırlattığı ve Neptün'ün yörüngesinin ötesinde kümelendiği bir bölge olarak tanımlanıyor. Bu bölgede irili ufaklı birçok cisim olduğu öngörülürken, bu cisimlerin hem Dünya'ya uzaklıkları hem de oldukça sönük olmaları nedeniyle gözlenmeleri de bir o kadar zor oluyor. Araştırmada sözü geçen cisimlerin yörüngeleri detaylı bir şekilde incelendiğinde, her birinin Güneş'e en yakın noktaları yani perihelion'larının aynı yöne doğru yönelmiş olduğu gözleniyor. Üstüne bu cisimlerin yörüngelerinin her biri diğer sekiz gezegenin Güneş etrafında dolandığı düzlemin yaklaşık 30 derece altında yer alıyor. Güneş Sistemi'nin dışında, birbirinden ve başka bir cismin etkisinden uzak bir grup cismin birbiriyle bu kadar uyumlu ve benzer hareket ediyor olması hemen soru işaretleri yaratıyor elbette.

Kuiper Kuşağında yörüngeleri aynı yöne yönlenmiş bir grup cisim (mor renkli) ve yine kuşağa dik alışılmadık yörüngelerdeki(yeşil) cisimleri açıklamak için öne sürülen 1-10 Dünya kütleli gezegen (turuncu) (Kaynak: CalTech)

Önerilen çözümlerden ilki Kuiper Kuşağın'daki kütlelerin bu cisimleri etkileyip, gözlenen yörüngelere sahip olmalarına neden olması; yapılan hesaplamalara göre bunun için gerekli kütle Kuiper Kuşağı için bugün öngörülen kütlenin 100 katı kadar; dolayısıyla bu seçenek eleniyor. İkinci olarak da böylesi bir etkiden bu cisimlerin dışında dolanan büyük bir gezegenin sorumlu olduğu ortaya atılıyor. Araştırmacılar 1  ila 10 Dünya kütlesi arasında bir gezegeni, bu cisimlerin tam karşı konumunda yörüngeye soktuklarında diğer cisimlerde gözlenen örüntünün birebir oluştuğu fark ediliyor. Üstelik bu konfigürasyon, gezegen sistemleri gibi birbiriyle büyük ölçüde etkileşen sistemler için gerekli en hassas şartı yani 'kararlılık' şartını da sağlıyor! Dahası da var, önerilen çözüm şu ana kadar nedeni anlaşılamamış Kuiper Kuşağında keşfedilmiş dik yörüngeli cisimleri, Sedna ve 2012 VP113 adlı cismin garip yörüngelerini de doğal bir sonuç olarak ortaya çıkarıyor. "Bir taşla kuş katliamı" kısacası!

Peki böylesi bir gezegen, Güneş Sistemi'nin o kadar dış bölgesinde nasıl oluşmuş olabilir? Bunun için araştırma sahiplerinin önerdikleri model, Güneş Sistemi oluşurken öncül diskte oluşmaya başlayan günümüzde Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün olan dört büyük temel çekirdeğin yanında beşinci bir çekirdeğin de oluştuğu fakat Jüpiter gibi dev bir gezegen tarafından sistemin dışına itildiği şeklinde Bu senaryo hiç de yeni bir senaryo değil aslında; Güneş Sistemi dışındaki gezegen sistemlerinde gözlenen yıldızından çok çok uzaktaki gezegenler için önerilen en temel mekanizma olarak biliniyor 'göç' (migration) mekanizması. Üstelik 1-10 Dünya kütlesinde bir gezegenin varlığı, başka gezegen sistemlerinde en çok gözlenen fakat bizim sistemimizde şu ana kadar tek bir örneği olmayan böylesi bir cismi ortaya koyup, bizim Güneş Sistemimizin de diğer sistemler gibi 'olağan' bir sistem olduğunu gösterecek en iyi örnek olacaktır.

Bu sonuçlara gözlemsel verilerden yola çıkarak büyük ölçüde teorik hesaplamalar ve bilgisayarla yapılan simulasyonlar aracılığıyla ulaşılıyor elbette. Çünkü kütle çekimi gibi 'basit' bir etkileşime sahip olsalar da çok fazla sayıda cismina aynı anda etkileşip, hangi yörüngelere sahip olacakları problemi çok ciddi hesap ve bilgisayar yardımı olmadan çözülebilecek bir problem değil. Merak edenler üç cismin birbiriyle etkileşiminin dahi çözülemeyecek karmaşıklıkta olduğunu görmek için 3-cisim problemi diye aratabilirler. Fakat burada vurgulanması gereken, benzer süreç Güneş Sistemi'nin sekizinci üyesi Neptün'ün keşfi sırasında da birebir yaşanmıştı, tek farkla o zaman hesap sadece kalem kağıtla yapılmak durumunda kalmıştı.

Tıpkı Uranüs'ün yörüngesindeki 'olağandışı' özelliklerden yola çıkarak 'orada olması gereken' bir gezegen olarak ortaya atılan ve hemen sonrasında gözlenen Neptün gibi, çalışmanın sahipleri Kuiper Kuşağında Güneş'ten uzaklığı Dünya'nın Güneş'e uzaklığının 100 katı yörüngede dolanan bir gezegen olduğunu söylüyor. Fakat bir farkla; yörüngesine dair ön görüde bulunsalarda gezegenin şu anda 20000 yıllık yörüngesinin hangi noktasında olacağını söyleyemiyorlar. Gene de bu bilgiler ışığında büyük grupların dokuzuncu gezegeni aramak için yarından itibaren kolları sıvayacaklarına adım gibi eminim! Keşif haberini birkaç yıla alırız gibime geliyor!


0
yorum

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Gökyüzü Bülteni Ağustos 2015 sayısı ile yayında!

Gökyüzü Bülteni Ağustos 2015 sayısı ile yayında! Geniş bir ekip ve tamamen özgün bir içerikle hazırladığımız bülenin bu ayki kapak konusu: 'Astrobiyoloji: Güneş Sisteminde Yaşam Olasılığı'. Güneş Sisteminden yola çıkarak yaşam olasılığı barındıran yerlere etraflıca eğilip, bu alanda aktif aratırmalar yürüten Dr. Betül Kacar ile gerçekleştirdiğimiz röportajla 'taçlandırdığımız' bu sayıda ayrıca geniş bir haberler bölümü yer alıyor.


Bülteni olabildiğince etrafınızdaki ilgili/meraklı kişilere yönlendirerek bize destek olabilirsiniz.

Bülteni ISSUU üzerinden çevrimiçi olarak okuyabilirsiniz:
Bülteni PDF (29MB) olarak indirmek için tıklayınız.

Bültenin sayılarının her ay e-posta kutunuza gelmesi için şu adresten ücretsiz abone olabilirsiniz: http://www.astronomi.org/?page_id=399

Gökyüzü'nüz açık olsun!

0
yorum

30 Haziran 2015 Salı

Temmuz’a 1 saniye ‘geç’ giriyoruz!

Son günlerde haberlerde bahsedilen 30 Haziran’da gerçekleştirilecek olan evrensel saate yapılacak 1 saniye eklemesine saatler kaldı! Bu kafa karıştırıcı durumu açıklamak adına 2008’deki ekleme sırasında yazdığım yazıyı güncelleme ihtiyacı hissettim. Akla şu sorular geliyor: 1 sn eklemek de neyin nesi? Hangi zamana ekliyoruz bunu ve kim hangi hakla ekliyor ?

 

clock_screen01

 

Dünya üzerinde özellikle hassaslık gerektiren işlerin birbiriyle senkronize hareket edebilmesi için herkesin ortak bir saati kullanması çok önemli. Özellikle günümüz uzay çağında çoğu kritik işlemin uydular aracılığıyla yapıldığı bir dönemde aradaki bir zaman senkronizasyon problemi devasa problemlere yol açabilir. Çok öncelerde zaman tayini usturlab ve sekstant gibi aletlerle ölçümler aracılığıyla yapılır, ardından belirli merkezlerden saat sinyali şeklinde duyurulurdu. Bu çalışmaları Türkiye'de 70'li yıllara kadar Boğaziçi Ünv. Kandilli Rasathanesi üstlenmişti.

 

Gelişen teknoloji ve ihtiyaçlar göz önüne alınarak eski ölçümler yerini atomik saatlere bıraktı. Atomik saatlerde zaman tayini ve saniye ölçümü için sezyum atomunun titreşimleri, rubidyum atomunun bozunması ve yıldızlardaki hidrojenin salınımlarının ölçümü gibi bir çok teknik kullanılıyor. Örneğin bunlardan biri olan Sezyum atomu tekniğinde 1 saniye , sezyum atomunun uyarılmış en alt iki seviyesi arasında 9,192,631,770 kez salınması sırasında geçen süre olarak standardize edilmiştir.

 

fountain.foto_02

Amerika Ulusal Standardlar ve Teknoloji Enstütü'sündeki F1 Cesium Fountain Atom Saati (2014 Nisan ayı itibariyle paralel olarak daha hassas NIST-F2 saati de devreye alındı)

 

Atom saatleri hakkında kısa bir bilginin ardından 30 Haziran’da bizi bekleyen 1 sn eklenmesi konusuna dönelim. Yukarıda bahsettiğim atom saatlerinin hassaslığı 200 milyon yılda 1 sn'den daha az. Fakat Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönüşü bu kadar hassas mı? Yani yıldan yıla bizim "1 gün" olarak adlandırdığımız zaman aralığı atom saatlerindeki hassaslık aralığında mı değişmiyor? Buna cevabımız hayır. Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönüşü çeşitli etkiler nedeniyle (çalkalanan sıvı çekirdeği, okyanusların hareketi, kutup bölgelerindeki buzulların erimeleri, Güneş ve Ay'ın gelgit etkileri) her gün farklı sürelerde olmakta ve bu zaman aralığı günde atom saatlerinden ortalama 2 milisaniye (saniyenin 500’de biri) geri kalmaktadır. Yani Dünya'nın dönüşü gittikçe yavaşlamaktadır. Bu yavaşlama nedeniyle şu anda Dünya'nın dönüşü, atom saatlerini bir  saniyeden az bir süreyle geriden takip etmektedir.

 

Bu iki zamanı birbiriyle eşitlemek çok önemli; çünkü bu aralık açıldıkça problemlerle karşılaşıyoruz. Bu yüzden 1972 yılından beri belirli aralıklarla atom saatlerine 1 saniyelik sıçrama süresi ekleniyor. En son ekleme 2012 yılında olmuştu ve o tarihten beri yukarıda belirttiğim gibi atom saati ile Dünya'nın dönüşüne göre olan saat arasındaki zaman farkı bir saniye mertebesinde açıldı (tam değere erişemedim).

 

Uluslarası olarak saatin doğru tutulmasından sorumlu olan Uluslararası Dünya Dönüş ve Referans Sistem Servisi tarafından belirlendiği şekliyle, 30 Haziran'da Londra Greenwich'teki Evrensel Zamana göre saat 23:59:59'ı gösterdiğinde 1 sn beklenecek, saatler bir kereliğine 23:59:60'ı ve ardından 00:00:00'ı gösterecek. Yani Temmuz ayına 1 sn geç gireceğiz. Bu bizim saat dilimimizde ise 3 saat sonra yani 02:59:60 anında olacak (Türkiye yaz saati ile UTC+3 saat diliminde olduğundan).

 

Geçmişteki ‘saniye ekleme’ uygulamalarının özellikle bilgisayar ağları tabanlı birçok sistemin sorunlu çalışmasına neden olduğu biliniyor; bu seferkinin ne gibi problemlere yol açacağına dair birçok yerde spekülasyonlar dönüyor (ilgili bir yazı), izleyip göreceğiz. Bir sonraki ‘saniye ekleme’ işleminin ne zaman gerçekleşeceğini Dünya’nın dönüşünü etkileyen faktörlerinin karmaşıklığı ve ön görülmesinin zorluğu nedeniyle bilmiyoruz fakat ilginç bir şekilde geçmişte neredeyse yılda bir gereken eklemelerin periyodu gittikçe artmaya başlamış durumda. Uzun lafın kısası, bu gece ‘fazladan yaşayacağınız’ 1 saniyenizin keyfini çıkarın!

 

Kaynak: NASA Explains Why Clocks Will Get an Extra Second on June 30

0
yorum

26 Aralık 2014 Cuma

2014’ün Astronomi Keşifleri

2014 yılını geride bırakırken, bir çok haber sitesi ve blogda gelenekselleştiği üzere hafızayı tazelemek ve yılı kaparmak adına şöyle geriye bakıp, bu yıl astronomi alanındaki önemli keşifleri kısaca paylaşmak istedim.

 

Evreni anlama yolunda her geçen yıldan daha da fazla ilerleme kaydettiğimiz bu zamanlarda, bu keşifleri birebir yakından takip etmek ve kaydını tutmak gittikçe  daha da zorlaşıyor. Geçtiğimiz senelerde Gök Günce’de böylesi güncellemeleri çok daha sık paylaşırken, artık akıp giden haberleri takip etmeye devam etsem de bunları uzun yazılarla kelimelere dökmekte çoğu zaman kolaya kaçıyorum, GökGünce’nin Facebook, Tumblr ve Twitter hesaplarından kısa yazılar şeklinde paylaşmayı tercih ediyorum. Aşağıdaki haberleri seçerken kriterim, öğrendiğimde ne kadar heyecanlandığım ve yapılan çalışmanın evreni anlama yolunda bize ne ölçüde yeni perspektif kazandırdığı oldu. Lafı uzatmadan 2014’ün astronomi olaylarına geçelim.

 

1- Rosette Görevi ve 67/P üzerine iniş

 

Philae

Kuyruklu yıldız 67/P üzerine iniş yapan Philae sondası (Kaynak: ESA)

 

Yılın başında ‘Bir Kuyruklu Yıldızın Yüzeyine İnmek’  adlı yazıyla girizgah yaptığım bu konu ESA’nın müthiş başarılı tanıtım kampanyasıyla 2014’ün en çok konuşulan olayı oldu ki bunu fazlasıyla hak ediyordu. İnsanlık tarihinde bir kuyruklu yıldız üzerine ilk defa kontrollü bir iniş yapıldı ve her ne kadar yüzey üzerinde birden fazla kez sıçramayla Philae bir uçurum kenarına indirilebimiş olsa da, sondanın bataryalarının el verdiği ölçüde yaptığı ölçümler önümüzdeki günlerde önde gelen haber başlıkların oluşturacak. Yörüngedeki Rosetta uydusu ise her geçen gün kuyruklu yıldızın bir başka açıdan fotoğrafını ve aynı zamanda elde ettiği bilimsel verileri göndermeye devam ediyor. Rosetta ile ilgili Tumblr’daki güncellemelerim ve Astronomi Diyarı’ndaki haberler için bağlantıların üzerine tıklayınız.

 

2- Mars’taki Metan Ölçümü ve Olası Biyolojik Kaynakları

 

Marsta-organik-molekul

Mars’taki Metan gazı oluşumu süreçlerini özetleyen bir şema (Kaynak: NASA – Türkçeleştiren: Astronomi Diyarı)

 

Yılın hareketli geçen son döneminin bir  başka heyecanlı keşif haberi Mars’taki Curiosity ekibinden geldi! Keşif robotunun bir yıldır yaptığı ölçümleri karşılaştıran ekip, Mars atmosferinde organik bir bileşik olan Metan gazının beklenmedik bir şekilde artıp azaldığını gözledi. Biyolojik bir kaynağın yüzeyde ya da yüzeyin altında aktif oluşuyla açıklanabilecek bu olgunun aynı zamanda abiyotik-cansız süreçlerle de ortaya çıkabileceği belirtiliyor. Her halükarda bunun, Curiosity ve yörüngedeki uyduların gönderdiği fotoğraflarla tamamen ‘ölü bir gezegen’ izlenimi veren Mars’ın aslında aktif proseslerle ‘hayatta olduğunu’ gösteren bir keşif olduğunu söyleyebiliriz. Keşif ile ilgili kısa haber yazısına Tumblr’daki güncellememden ve Astronomi Diyarı’ndaki haberden erişebilirsiniz.

 

3- Orion Uzay Aracının İlk Test Sürüşü

 

nasa-orion-launch-hq-high-res-photos-5

(Kaynak: United Launch Alliance)

 

Geleceğe dönük en heyecanlı gelişmelerden biri de NASA’nın ‘derin uzay’ keşif programının en kilit parçası olan ve insanları 2022’de bir asteroide, 2030’da da Mars’a ulaştırması planlanan Orion uzay aracı Aralık ayının başında başarılı bir şekilde yörüngede iki tur atarak test edildi. İnsanlığı Güneş Sistemi’nin en uçlarına taşıyacak bu gelişme ile paralel olarak yakında yayınlanan muhteşem kısa film Wanderers, gelecekteki keşiflerin müjdecisi gibi…

 

4- Laniekea Süper-Kümesinin Keşfi

 

maxresdefault

Sarı filamentlerle sınırları belirtilmiş Laniekea süper-kümesi ve kırmızı ile işaretlenmiş Samanyolu galaksisinin konumu (Kaynak: Nature)

 

Samanyolu galaksisinin de dahil olduğu milyonlarca galaksiye ev sahipliği yapan, evrenin büyük ölçekte ‘iskeletini’ oluşturan yapılardan biri olan Laniekea süper-kümesinin keşfi, evrendeki yerimizi anlamak konusunda atılan en etkili adımlardan biriydi bu sene. Evrenin genişleme etkisine rağmen kütle-çekim sayesinde bir arada duran, yapılan hız ölçümleriyle sınırları ortaya konan bu süper-küme, uzun zamandır Samanyolu galaksimizin ‘büyük resimdeki’ yerini bulmak konusunda yapılan araştırmaları bir üst seviyeye taşıdı diyebiliriz. Nature’da yayınlanan haberle birlikte verilen Youtube videosu için tıklayınız.

 

5- ALMA ile Gezegen-Oluşum Diski Görüntüsü

 

HLtauri_alma_960

ALMA tarafından alınmış, HL Tauri yıldızının etrafındaki toz diski ve aralarda gezegenlerin oluşturduğu boşluklar (Kaynak: ALMA)

 

Yıldız oluşumu ve etrafında arta kalan diskte gerçekleşen gezegen oluşumu süreçleri, ortamın gerçek anlamda gaz ve tozdan dolayı ‘göz gözü görmemesi’ nedeniyle görüntülenmesi ve dolayısıyla incelenmesi en zor alanlardan biri… Şili’deki Atacama Milimetre Üstü/Milimetre Altı Dizgesi (ALMA)’nin Kasım ayının başında yayınladığı görüntü bu alanda devrim yarattı denebilir! Oldukça genç, yaklaşık bir milyon yaşındaki bir T-Tauri tipi yıldızın etrafındaki gezegen oluşumu diskinde, diskte oluşup yörüngesini temizlemiş ve yörüngesi boyunca boşluklar oluşturmuş gezegenlerin izleri yayınlanan görüntüde açık bir şekilde görülebiliyor. Gezegen oluşum ortam ve mekanizmalarını incelemek için müthiş bir adım olan bu keşif aynı zamanda Güneş Sistemi dışı gezegen keşifleri için de büyük önem taşıyor. Haberin detayları için Astronomi Diyarı’ndaki yazıyı inceleyebilirsiniz.

 

6- Kepler’den yeni 715 Öte-Gezegen

 

oo20130103-43_946

Güneş Sistemi Dışı gezegenleri(öte-gezegen) gösteren hayali bir görsel (Kaynak: NASA)

 

Kepler uzay teleskobu ekibinin Güneş Sistemi dışı gezegen listesine bir günde eklediği 715 yeni öte-gezegen, bu alanda eldeki verileri ve bildiklerimizi bir anda katladı denebilir. Şubat ayının sonlarına doğru Kepler ekibinin yaptığı açıklamada, yıldızlarının önünden geçerken oluşan parlaklık azalmasıyla keşfedilen bu gezegenlerin büyük çoğunluğunun birden fazla gezegene sahip sistemlerde bulunduğu açıklandı. Şimdilik gözlem yöntemlerimiz ve elimizdeki teleskoplarla şimdilik kısıtlı olan keşif kabiliyetimize rağmen, yakın zamanda Kepler teleskobu gibi atılacak büyük adımlarla Dünya benzeri bir gezegeni bulmaya gittikçe daha da yaklaşıyoruz. Keşifin detaylarını Astronomi Diyarı’ndaki yazıdan inceleyebilirsiniz.

 

 

7- Evrenin Başlangıcından Kütle-Çekim Dalgaları

 

140317125850-large

BICEP2 ekbi tarafından yayınlanan veride, kozmik mikrodalga fon ışınımı üzerinde, evrenin ilk başlarındaki kütleçekim dalgalarının oluşturduğu polarizasyon örüntüsü görülüyor (Kaynak: Nature)

 

Eğer doğrulanmış olsaydı listenin en başında yer alacak bu habere malesef listemizin sonunda bulunuyor. Mart ayında BiCEP2 deneyinin yaptığı sansasyonel basın açıklamasıyla ortaya koydukları bulgularla, evrenin oluşumunun ilk anlarına karşılan gelen ‘şişme (inflation)’ döneminden kaynaklı kütle-çekim dalgalarının izlerine rastlandığı duyuruldu. Kozmik mikroldalga fon ışınımındaki polarizasyon bilgisine bakılarak elde edilen bu sonuçlar, aradan bir süre geçtikten sonra paralel bir başka deney olan Planck ekibi ve diğer kozmologlar tarafından sıkı eleştirilere maruz kaldı. BiCEP2 ekibinin gözlediği keşif sinyalinin aslında Samanyolu’ndaki gaz ve toz arkaplan sinyalinden kaynaklanabileceği ve ortaya konan sonuçların şaibeli olduğu öne sürüldü. Birden toz-duman altında kalan alan, Planck ekibinin yılın sonuna doğru yayınladığı arkaplan analizleri ile bahsi geçen keşfin, iddia edildiği  gibi muhtemelen hatalı olduğunu duyuruldu. Her ne kadar kopan kavga gürültüye bakarak ortada gerçek bir keşif olmadığı düşünülse de tüm bu süreç ‘bilimin işleyişini’ açık ve net bir şekilde gösteren bir senaryo özelliği taşıyor; ne yazık ki medya bu konuyu başından beri horoz dövüşü şeklinde ele almaya devam etse de.. Konuyla ilgili GökGünce’de yazdığım iki detaylı haber için: Büyük Patlamadan Gelen Dalgalar ve CMB Keşif Duyurusunda Çatlaklar

 

2014 yılında astronomide gerçekleşen (bana göre) heyecan verici gelişmelerinden öne çıkanlarını paylaşmaya çalıştım sizlerle.. Yılın başında yayınlamayı planladığım ‘2015’in Muhtemel Büyük Olayları’ temalı yazı için ise beklemede kalın..

0
yorum

11 Aralık 2014 Perşembe

Güneş ve Jüpiter’i dedektör olarak kullanmak

Einstein genel görelilik teorisinde, evrendeki yıldız çarpışmaları, beyaz cüce, nötron yıldızı ya da karadelik oluşumu gibi güçlü kütle çekim etkileşmeleri sonucunda etrafa kütle çekim dalgaları yayıldığını ortaya koymuştu (Kütle çekim dalgalarına dair yazdığım eski bir açıklayıcı yazı için tıklayınız). Bu dalgaların büyüklüklerinin çok çok küçük olması nedeniyle günümüze kadar herhangi bir yolla tespit edilmeleri mümkün olmadı. LIGO ve VIRGO gibi interferometre yöntemi ile bu dalgaları arayan deneylerin yanında son zamanlarda yıldızları ve yapılarındaki titreşimlerinin de bu amaçla kullanılabileceği tartışılmaya başlandı. Boğaziçi Üniversitesi'nden İbrahim Semiz ve Kazım Çamlıbel, arXiv'e ekledikleri son makalelerinde ise bir adım ileri giderek Güneş ve Jüpiter'i parçacık fiziği dedektörlerindeki 'coincidence dedector'(rastlaşma dedektörü) olarak bir arada kullanıp kütleçekim dalgalarının tespit edilebileceğini savunuyorlar.

 

Sun-Jupiter-HD-Connection

 

Araştırmacılar, Güneş Sistemi'nin bu iki üyesinin yapılarındaki sismik aktivitelerle ortaya çıkan titreşim modlarındaki gözlenebilecek eş zamanlı-ilişkili(correlated) bir sinyalin kütle çekim dalgalarını ortaya çıkarmaya yarayabileceğini savunuyorlar. Makalenin sonunda, yakın zamanda böyle bir olası sinyal aldıklarını belirten SYMPA deneyini işaret ederek, belki de bunun çoktan elde edildiğini iddia ediyorlar.

 

Semiz ve Çamlıbel'in makaleleri üzerine New Scientist'te yayınlanan kısa bir yorum yazısına şu bağlantıdan erişebilirsiniz: The sun and Jupiter could reveal space-time ripples

 

Orijinal makalenin bağlantısı: http://arxiv.org/pdf/1412.0992v1.pdf

 

Güneş ve yıldız sismolojisi ve kütle çekim dalgalarının bu yolla tespiti üzerine yakın zamanda yayınlanmış güzel bir review için: http://arxiv.org/pdf/1405.0292v2.pdf

4
yorum

Dünya Okyanuslarından Çok Farklı!

Rosetta uydusu, yörüngesinde bulunduğu 67P/Churyumov–Gerasimenko kuyruklu yıldızındaki su buharı üzerinde yaptığı analizlerde, kuyruklu yıldızların yapısındaki suyun Dünya okyanuslarındaki sudan epey farklı olduğunu ortaya koydu.

 

First_measurements_of_comet_s_water_ratio_node_full_image_2

Rosetta uydusunun kuyruklu yıldız üzerinde yaptığı ilk detaylı su ölçümlerinin sonuçları. Grafiğin büyük hali ve açıklaması bir alttaki görselde. (Kaynak: ESA)

 

Uzun zamandır astronomlar, Dünya'nın oluşumu sırasında yüksek sıcaklık nedeniyle yeteri kadar suyu tutamayacağını, günümüzde etrafımızda gördüğümüz su kütlesinin çeşitli asteroit ve kuyruklu yıldız çarpışmaları ile Dünyaya ulaştığını düşünüyorlar. Bu hipotezi kanıtlayacak en iyi yol ise sözü geçen asteroit ve kuyruklu yıldızların yapısındaki su ile Dünya üzerindekini karşılaştırmak. Rosetta'nın da yaptığı tam olarak bu! Görev ekibinin yaptığı son analizler sonucunda, kuyruklu yıldızlardaki su moleküllerindeki döteryum/hidrojen oranlarını (D/H ratio) karşılaştırıldığında, Dünya'da gözlenenden çok daha yüksek bir oranla karşılaşıldığı belirtiliyor. [Döteryum, bir tane fazla nötron taşıyayan hidrojen atomudur.]Bu bulgu ise, kuyruklu yıldızlar arasında yapılan bir sınıflandırmaya göre Jüpiter-ailesi kuyruklu yıldızlar sınıfına ait olan 67P/Churyumov–Gerasimenko'den beklenmeyen bir sonuç!

 

Deuterium-to-hydrogen_in_the_Solar_System

Güneş Sistemi’nin çeşitli üyelerindeki suyun döteryum/hidrojen(D/H) oranını gösteren yukarıdaki grafikte gezegenler ve uydular mavi, Asteroit kuşağı asteroitleri gri, Oort Kuşağı kaynaklı kuyruklu yıldızlar mor ve Jüpiter-ailesi kuyruklu yıldızlar ise soluk pembe ile işaretlenmiş. Rosetta’nın incelediği 67/P ise sağ üstte sarı ile gösterilmiş. Dünya(Earth) üzerinden çizilen çizgi üzerindeki Jüpiter-ailesi kuyruklu yıldızlarından hayli farklı bir orana sahip olan 67/P astronomları hayli şaşırtmış durumda. Yüksek çözünürlüklü hali için tıklayınız. (Kaynak: ESA)

 

Bunun öncesinde, aynı sınıftan bir başka kuyruklu yıldız olan 103P/Hartley 2 üzerinde yapılan ölçümler, Dünya'daki oranlara çok yakın oranlar vermiş ve bu kuyruklu yıldız ailesinin, dünyamızdaki okyanusların kaynağı olduğu fikrini desteklemişti. Yeni bulgular, olayın tahmin edilenden çok daha karmaşık olduğunun sinyalini veriyor.

 

Comet_on_20_November_NavCam_node_full_image_2

Rosetta üzerindeki NavCam kamerası ile kuyruklu yıldızın merkezinden 30.8 km yüksekten çekilen görüntü (20 Kasım 2014) (Kaynak: ESA)

 

Her halükarda, yapılan bu devrimsel ölçümle kuyruklu yıldızlar, Güneş Sistemi'nin oluşum ve ilk zamanlarına dair bildiklerimiz konusunda büyük bir adım daha atılmış bulunuyor. Sonuçlar bu hafta Science dergisinde yayınlanıyor olacak.

 

Detaylı rapor için: ESA Rosetta

0
yorum

25 Mayıs 2014 Pazar

CMB Keşif Duyurusunda Çatlaklar

Son iki yazıma (I ve II) konu olan ve geçen aylarda büyük bir sansasyon ile duyurulan, evrenin ilk anlarına dair izler taşıyan kozmik mikroldaga fon ışınımı (Cosmic Microwave Background – CMB) üzerinde tespit edilen sinyallerin, yanlış analiz sonucu olabileceği tartışılmaya başlandı. Geçen haftalarda konunun uzmanı birçok fizikçinin blogunda yükselen isyan bayraklarının ardından bu hafta Science dergisinde ‘Haber’ kısmında verilen detaylı analiz ile, keşfin sahibi BiCEP2 ekibinin analizi ciddi anlamda sallanmaya başlıyor gibi..

 

Yapılan itirazlarda, asrofiziksel verilerin analizinde en büyük baş ağrılarından biri olan arka plan sinyalinin yanlış yorumlanması nedeniyle, öne sürülen sonuçların iddia edildiği gibi evrenin ilk anlarındaki kütleçekim dalgalarından kaynaklı olmadığı belirtiliyor. Her hangi bir dalga boyunda, gökyüzüne yayılmış bir sinyali ölçmeye çalışırken, peşinde olduğunuz kaynağın yanında daha birok farklı farklı kaynakların sinyalleri de verinize karışır. Bunu elinizdeki veriden çıkarmak için de çeşitli modeller kullanmak durumunda kalırsınız. Sözü geçen araştırmada, mikrodalga boyunda alınan kozmik fon ışınımında gözlenen sinyale, galaksideki toz parçacıklarının da aynı dalga boyunda ışıma yapması nedeniyle bir sinyal daha ekleniyor. İddia sahipleri, BiCEP2 ekibinin bu galaktik toz sinyalini verilerinden hatalı bir şekilde çıkardıklarını savunuyorlar. Böylece bu sinyalin çıkarılmasıyla geriye kalan verinin, aslında içinde hala ‘arka plan’ sinyali içerdiği, dolayısıyla iddia edilen ‘polarizasyon’ sinyalinin evrenin başlangıcı ile ilişikili olmayabileceği söyleniyor…

 

cmb

BiCEP2 ekibinin kullandığı model(solda) ve Princeton Advanced Studies'’den Raphael Flauger’in tekrar analiz ederek ‘düzelttiği’ yeni model (sağda) (Telif Hakkı: Raphael Flauger)

 

Geçen hafta bloglarda bu iddiaları gördüğümde bu tip büyük çalışmaların doğası gereği, sağdan soldan laf atıldığını düşünürken, dün yayınlanan Science’taki yazıyla işin epey ciddi olduğunu düşünmeye başladım.. Bu konunun açıklığa kavuşması için Planck uydusunun yapacağı detaylı ‘arka plan’ haritası analizi bekleniyor fakat Planck ekibi de BiCEP2 ile aynı sinyalin peşinde olduğu için bu veriyi ön çalışmalarında kimseyle paylaşmıyor. Örneğin geçen hafta yayınladıkları ön raporda çeşitli sistematik hataları göz önünde tutarak BiCEP2’nin görüntü aldığı bölgeyi haritalarında paylaşmadılar! Büyük grupların, büyük araştırma projelerin peşinde koşarken gösterdikleri rekabetçi tutumu örneklemek adına epey güzel bir vaka-çalışması örneği oluşturuyor bana kalırsa.. ‘Evrenin gizemlerini çözmek’ adına kol kola karanlıkları aydınlatan bilim insanı imajına epey ters :) Planck ekibi, analizin tamamlanacağı Ekim ayına kadar herkesin sabretmesini salık veriyor..

 

image

Plank ön raparunda verilen ‘polarizasyon haritasında BiCEP2’nin gözlediği bölge (en altta ortada) ne hikmetse bulunmuyor… (Telif Hakkı: Planck Collaboration)

 

Konuyla ilgili referans niteliğinde birkaç yazıyı aşağıda bulabilirsiniz:

- Blockbuster claim could collapse in a cloud of dust – Science Mag. 23 May 2014 (Erişim ücretli)

- Blockbuster Big Bang Result May Fizzle, Rumor Suggests – Science News

- BiCEP2 News – Not Even Wrong (Söylentilerle ilgili tüm tartışmaları ve bağlantıları içeriyor)

0
yorum

15 Ocak 2014 Çarşamba

Rosetta – Bir Kuyruklu Yıldızın Yüzeyine İnmek!

Geçtiğimiz aylardaki “asrın kuyruklu yıldızı” ISON’un dramatik sonu, birden herkesin ilgisini Güneş Sistemi’nin bu en yaşlı üyeleri olan kuyruklu yıldızlara yönlendirdi. Her ne kadar ISON hikayesi “mutlu son” ile bitmemiş olsa da bu yıl bizi bekleyen çok daha heyecan verici bir görev var : Avrupa Uzay Ajansı(ESA)’nın Rosetta Görevi! Bu görevle 67P/Churymov-Gerasimenko adlı kuyruklu yıldızın yüzeyine iniş yapılması planlanıyor! Bu plan, kesinlikle şu ana kadar astronomide duyduğum en olağanüstü ve heyecan verici hedeflerden biri ve bunun için sadece Kasım ayına kadar beklememiz gerekecek!

 

Rosetta_-_the_comet_chaser

 

Rosetta görevi 90’ların sonlarında planlanmaya başlanarak, uzun hazırlıklardan sonra 2004’de uzaya gönderilmişti.. O tarihten beri Rosetta, hedefi olan kuyruklu yıldıza ulaşmak için Mars ve Dünya etrafında birden çok kütle-çekim manevraları yaparak kazandığı enerji ile randevusuna doğru yol alıyor. Bu arada Meteor kuşağından iki kere geçmek durumunda kalan uzay aracı, 2010’da asteroid Lutetia’nın üç bin kilometre yakınından geçerek yüzeyinin detaylı fotoğraflarını çekmişti.. Bu ek görevin ardından 2011’de güç kullanımını en alt seviyeye çekmek amacıyla Rosetta uyku-moduna geçirildi ve o zamandan beri uzayın karanlık ve sessizliğinde uykusunu sürdürüyor… Hedefi olan kuyruklu yıldıza yönelik son manevrayı yapmak amacıyla Rosetta bu ay, yani Ocak ayının 20’sinde Dünya’dan gönderilecek bir sinyal ile uyandırılıyor olacak!

 

Rosetta’nın uyanma öyküsü

 

Ağustos ayında kuyruklu yıldıza varacak olan Rosetta, etrafında yörüngeye girerek Kasım ayında da yüzeyine Philae adındaki sondayı indirecek. Bir kuyruklu yıldızın yüzeyine bu ilk kontrollü iniş, astronomi tarihinde kesinlikle en önemli olaylardan biri olacak! İnsanlık tarihinin en eski zamanlarından beri gökyüzündeki etkileyici görünüşleri nedeniyle kimi zaman korku ve dehşet, kimi zaman da hayret ve keşif hazzı uyandıran bu görkemli gökcisimlerini doğrudan üzerine inerek incelemek tam anlamıyla bilimkurgu senaryosu değil de ne?

 

Rosetta uzay aracı üzerindeki yüzey iniş sonrası Philae’nın kuyuruklu yıldız yüzeyine iniş benzetimi

 

Rosetta’nın 20 Ocak’ta uykusundan uyandırılması için ESA tüm herkesi, Rosetta için “uyandırma mesajı” göndermeye çağırıyor. 20 Ocak’a kadar mesajınızı kendi dilinizde kayıt ederek görevin internet sayfasına gönderebilirsiniz. Beğenilen videolar için birçok ödül var ve en iyi video sahibini de Almanya’da Rosetta Görev Merkezi’ni ziyaret bekliyor! Kişisel olarak ya da okulunuzda öğrencileriniz ile birlikte bu yarışmaya katılabilirsiniz.

 

Alman Uzay Ajansı’nın Rosetta hakkında hazırladığı harika kısa film

 

Yıl boyunca bu görev ile ilgili GökGünce’de birçok yazı ve haber paylaşacağım.. Takipte kalın..

 

Detaylı bilgi için:

ESA Science – Rosetta Mission

NASA ScienceCast – Mission to LAnd on a Comet

Paylaş!

 

Copyright © 2010 Gök Günce | Blogger Templates by Splashy Templates | Free PSD Design by Amuki